Manyaradaki otelimizde cibinliklerin içinde rahat ve huzurlu bir uyku çektik. Sabah 6 da kalktık. Valizleri toparlayıp 6:30 da yola koyulduk. Kilimanjaro havaalanı için yaklaşık 3 saatlik bir yolumuz vardı. Yol üstünde sabah okula giden çocukları, tarlada çalışan veya evlerinin önünde yoldan oturup geçenlere bakan Tanzanyalıları izleyerek kumanya kahvaltımızı yaptık. Arushadan geçerken felaket bir trafik kargaşasının içine düştük. Bir an uçağa yetişemeyeceğimizi düşünmeye başlamışken Estomih bir şekilde trafiği yarıp geçerek sıkışıklıktan bizi kurtardı.
Havaalanında Estomih nin hayvanları bize gösterdiği rehber kitabı satın aldım.
Uçağımıza (Precision Air) zamanında yetişip yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Zanzibar üzerinde alçalıp adaya indik.
Hava safari bölgesinden oldukça farklıydı. Gerçek anlamda tropik bir ada iklimini iner inmez hissetmeye başladık. Nemli ve boğucu bir sıcak bizi karşıladı.
Zanzibar adası ve Pemba adası Tanzanyanın Hint Okyanusunda 35 km doğuda bulunan Unguja bölgesini oluşturuyor. Eskiden Zanzibar ayrı bir sultanlıkmış. 1964 yılında Tanganyika ve Zanzibar birleşerek Tanzanya Birleşik Cumhuriyetini oluşturmuş. Zanzibar halen içişlerinde özerk dışişlerinde Tanzanyaya bağımlı bir konumda imiş. Nüfusunun %99 u Müslüman olan bu adanın dünyaca ünlü sahilleri özellikle İtalyanlar tarafından adeta işgal edilmiş durumda.
Daha havaalanında İtalyan hakimiyetini görmeye başladık.
Bizden önce gelen herşeydahilci İtalyan grubun valizleri ve giriş işlemleri tamamlanmadığı için yaklaşık 1 saat pistin hemen yanında bekleme salonunun dışında bekledik. Daha sonra valizlerimizi alıp havaalanından çıktık. Beklediğimiz üzere bir anda onlarca papasi yanımıza geldi ve hangi otele gideceğimizi sordu. Hepsi bizi kendi anlaşmalı oldukları otele götürmek istiyordu. Anlaştığımız otelden bizi almaya gelmesi gereken şoför ise ortalarda yoktu. Papasileri kibarca reddedip şoförümüzü beklemeye devam ettik. Oteli telefonla aradığımızda geleceğimizin unutulduğunu anladık. Resepsiyondaki arkadaş hemen birini göndereceklerini söyledi. Beklemekten ve sıcaktan bunaldığımız için biraz canımız sıkıldı ancak 15 dakika içinde camları siyah şeritli püfür püfür klimalı bir araçla adamımız bizi karşıladı ve neşemiz yerine geldi.
Otelimiz tripadvisor.com da Stone Town butik otelleri içinde oldukça iyi yorumlara sahip Zenji Oteldi. Konum olarak Dar es Salaamdan gelen feribotların yanaştığı limana yaklaşık 100 m mesafede, balık pazarının hemen yanındaydı.
Limanın yukarıdan görünümü
Dışardan otelin bulunduğu bölge biraz ürkütücü geldi. Ancak gece geç saatte bile herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmadık.
Hollandalı bir ailenin işlettiği bir mekan. Kafe ve butikleri de var. Kendi markalarını yaratmışlar. Oldukça şık odaları vardı. Biz 1001 nights isimli odayı seçmiştik. Gelişte bizi terasta soğuk içeceklerle oldukça sıcak bir şekilde karşıladılar. Otelin sahibi Anneloes çocukları ile beraber Hollandada tatildeymiş ancak onun yokluğunda Zanzibarlı personelin yaklaşımı oldukça sıcak ve güleryüzlü idi.
Odaya yerleşip öğle sıcağına rağmen şehri dolaşmaya çıktık. Otelin hemen yanındaki döviz bürosundan dolar bozdurup Tanzanya şilini aldık.
Limandan sahil boyunca yürümeye başladık.
İlk durağımız Old Dispensary. Hintli İngiliz kolonyel mimarisiında yapılmış 4 katlı bir bina Stone Townın en güzellerinden. Ünlü bir tüccara ait olan ev bir dönem dispanser olarak kullanılmış.
Dispanserden görünüm
Dispanserin yanında 1944 yılında sultantarafından dikilen dev bir banyan ağacı gözümüze çarptı. Ağacın altında taksiciler, papasiler, tekne turları düzenleyenle ve aylaklık eden Zanzibarlılar güneşten korunuyorlardı.
The Old Customs House
The Palace Museum
Ve karşınızda Stone Townın en önemli binası Beit el Ajaib (House of Wonders) Türkçe meali acayip ev. Geniş balkonları ve saat kulesi ile Dar es Salaamdan feribotla yanaşırken göze çarpan ilk bina ve şehrin siluetinin en önemli parçası. Şu anda Zanzibar Ulusal Müzesi olarak hizmet veriyor. 1883 te tamamlanmış ve zamanında Doğu Afrikanın en yüksek binası imiş. Stone Town da su, elektrik ve asansörün ilk kez kullanıldığı bina olması nedeniyle bu ismi almış. Biz müzeyi gezmedik ancak içinde Zanzibar tarihine ve sultanlığına ait önemli eserler varmış. İlgisini çekenlere duyurulur.
Sıcak ve yorgunluğun etkisiyle mola ihtiyacı hissettik. Birşeyler yiyip içtikten sonra harita ve rehberimizi kapatıp Stone Townın labirentlerinde kaybolmaya karar verdik. Stone Townın Unesco koruması altındaki daracık sokaklarında beyaz entarili-takkeli erkek çocuklar, türbanlı çarşaflı miniminnacık kız çocukları, dükkanların önünde uyuklayan esnaf, evlerin önünde sohbet eden kadınlar ve ortalıkta aylak aylak dolaşan her milletten yüzlerce turistle beraber kaybolduk.
Yolumuzun üstüne kahvesi ve terasının güzelliğiyle rehber kitaplarda (Rough Guide ve Lonely Planet) oldukça bahsedilen Zanzibar Coffee House çıkınca izin isteyip otelin terasına çıktık. Buradan oldukça güzel Stone Town manzaraları yakaladık.
Biz çatıdan Stone Townı izlerken hemen yakındaki medreseden Kuran okuyan çocukların sesleri geliyordu.
Stone Town ın diğer bir özelliği de dünyaca ünlü kapıları. Kapılar Hint, Arap ve Afrika kültürü ile harmanlanmış ve evin içinde oturanların etnik kökenine göre farklılık göstermekte.
Bol bol kapı fotoğrafladıktan sonra kendimizi pazar yerinde bulduk. Burası yerel halkın her türlü alışverişini yaptığı, kaotik ve karmaşık bir halk pazarıydı. Güneşin etkisiyle ortalıkta kötü bir koku vardı.
Pazaryerinin hemen yanında adanın her tarafına ulaşımı sağlayan açık hava minibüsleri olan dala-dala durağı vardı. Biz pek kullanmadık ancak yerel halkın tek ulaşım aracı buydu. İnsanlar balık istifi şeklinde bu araçlarla yolculuk ediyorlar. Oldukça hızlı ve bir o kadar da güven telkin etmeyen bir yolculuk şekli olduğunu ifade edebilirim.
Bu fotoğrafı çekerken dala dalada oturan bir vatandaş el kol hareketleri ile biraz tepki gösterdi. Kendisini çektiğimizi zannetti sanırım. Ailecek zevkle izlediğimiz Ayna programında mzungu muamelesi görmekten son derece rahatsız olduğunu ifade eden ve aslında din kardeşi olduğumuzu, bizim Hristiyan Avrupalılar gibi onları sömürmediğimizi her fırsatta vurgulayan Saim Orhan’ın neler hissettiğini anladım
Pazar yerinin diğer tarafında bir katedralin bahçesinde kara kıtanın ve insanlığın yüz karası olaylarından biri olan kölelik anıtını gördük. Zanzibar uzun yıllar Doğu Afrikadaki köle ticaretinin en önemli merkezlerinden biri olarak görev yapmış. Afrikada kölelik en son Zanzibarda kalkmış ve bu anıt onların anısına yapılmış.
Kölelerin uzun süre tutulduğu zindanlar oldukça içi karartıcıydı.
Bu kadar şehir turundan sonra labirent sokaklardan geri dönerek tekrar deniz kenarına güneşi batırmak için döndük. Burada en eğlenceli aktivite gün batımına yakın onlarca Zanzibarlı gencin elbiseleriyle denize atlayıp şakalaşmalarını diğer turistlerle beraber izlemek.
kumsalda top oynayan Zanzibarlı gençler
Güneşi batırdıktan sonra açlığımız aklımıza geldi. Stone Townın en ilginç aktivitelerinden birisi de akşam hava karardıktan sonra Beit el Ajaibin hemen önünde deniz kenarındaki Forodhani Gardensta kurulan onlarca seyyar satıcının tezgahındaki deniz ürünleri, tropikal meyveler, şeker kamışı suyu, hamur işi Zanzibar pizzası adı verilen çikolatalı meyveli kreplerin tadına bakmak. Bu satıcılarda hijyen aramak dünyanın en gereksiz işlerinden birisi olabilir. Ancak yüzlerce Batılı turistin tezgahların üzerindeki deniz ürünlerine adeta hücum ettiğini gözlememiz ve rehber kitaplarda ve diğer gezginlerin bloglarında ciddi bir tehlike olmadığını öğrenmemiz nedeniyle biraz tereddüt etmekle beraber biz de kendimize bir deniz ürünü tabağı hazırlatıp plastik tabak ve çatallarla ayaküstü karnımızı doyurduk.
Bunun üstüne bir de nutellalı krepi tatlı niyetine yedikten sonra rıhtımdan aydınlık bölgeleri tercih ederek otelimize döndük. Ertesi gün artık adalardan birine gidip denize girmek hedefimizdi.