İkinci günün sabahı UNESCO Kültür Miras listesinde yer alan ünlü ortodoks manastırı Kiev Pechersk Lavra’ya gitmeye karar verdik. Arsenalna metro durağından Ivana Mazepy sokağını takip ederek Lavraya doğru yürürken önce ‘Park Slavi’’de yer alan Zafer Anıtı’nı gördük. 27 metre yüksekliğindeki bu dikilitaş ikinci dünya savaşı sırasında Ukrayna topraklarını savunurken ölen askerlerin anısına adanmış ve savaşta hayatını kaybedenler için ortak bir mezar yeri işaretlemek için inşa edilmiş.
Anıt mezarın bulunduğu noktadan Lavra’ya kadar (Pechersk Tepesi) Kiev’in yeşililiklerinin ve Dinyeper nehrinin manzarasını seyretmek mümkün.
Anıt mezardan sonra karşınıza Holodomor Anıtı çıkıyor. Bu anıt 1921-1922, 1932-1933 ve 1946-1947 yıllarında Ukrayna’da yaşanan büyük kıtlık dönemlerini unutmamak adına yapılmış. Büyük bir mum şeklindeki anıtın alt kısmında ise Holodomor ulusal müzesi bulunuyor. Müzede söz konusu üç büyük kıtlık dönemine ilişkin bilgiler bulmak mümkün.
Pechersk tepesinde biraz daha dolaştıktan sonra Kiev Pechersk Lavra’ya ulaştık. Burası oldukça büyük bir alan ve turistler ile hristiyan hacılar için çok önemli bir yer. Yerleşke içerisinde bulunan yeraltı mağaraları ve yeraltı şapelleri Ukrayna’nın 7 harikası arasında yer alıyor. Lavra’da birçok anıt, çan kulesi, katedraller, müzeler ve başka dini binalar da görmek mümkün.
Lavrada gezmeyi bitirdikten sonra Avrupa’nın üçüncü en uzun nehiri olan (2.290 km) Dinyeper nehri kıyılarında yürümeye gittik.
Nehir kıyısında yürümek huzur vericiydi.
Bir sonraki durağımız rehberimizde mutlaka görülmesi gerektiği söylenen Hidropark oldu. Rehberin anlatımına göre hayalimizde güzel fikirler, lunapark ve su atraksiyonları canlanmıştı. Ama oraya ulaşınca biraz şaşırdık. Adeta 15-20 yıl öncesine dönmüş gibi olduk. Çarpışan arabaları, sigaraya kasnak atma, tüfekle hediyelere ateş etme gibi aktiviteleriyle tam anlamıyla bir panayır yeriymiş meğer Hidropark. Yaşlılar için disko ilginçti 🙂
Bu arada karnımız acıkmıştı. Hidroparkta en populer yemek sashlık yani şiş kebap. Ancak şaşlıkların görüntüsü pek içimize sinmediği için başka birşey aramaya koyulduk. “Yav ne acayip yermiş bu Hidropark” diyerek Hidropark metro durağının diğer tarafına geçtik. Burada haytamizda ilk defa bir açık hava sovyet spor salonu gördük. Burada onlarca insan kalın zincirlerle sabitlenmiş hantal aletlerle spor yapıyordu. Ortam rocky usülü antreman yapmak için adeta cennet gibiydi. Dev salıncaklar da bizim için bir ilkti.
Spor salonunu geride bırakıp Dinyeper sahiline ulaştık. Gün batımında sahil oldukça tenhaydı. Kumsalda oturup güneşin batışını izlemek ve doğanın tadını çıkarmak çok hoştu.
Açıkhavada iyice acıktığımız için yakındaki bir pizzacıda akşam yemeğimizi yeyip ikinci günümüzün de sonuna geldik.