Berlindeki kursun son gününde yeşillikler içindeki hastanenin dersanesinde sabahtan derslere girdim.
Öğlen posterimi de sunup kursu sonlandırdıktan sonra yakındaki metro istasyonuna kadar yürüdüm.
Bana nispet yapar gibi ortaya çıkan güneş altında yürümek gerçekten keyifliydi. Yol üstünde karşıma çıkan BMW galerisini gezip sevgili babam ve kayınpederim için birkaç fotoğraf çektim.
İstasyonda çikolatalı kruvasan ve meyve suyu ile karnımı doyurup Dresden trenini bekledim.
Trende aynı kompartmanda oturduğumuz Dresdenli aile ile çat-pat Almancam ile sohbet edip gezilecek yerler hakkında bilgi aldım. Bir yandan da LP rehberimde notlar alarak gezi rotamı belirledim. Vaktimi oldukça ekonomik kullanmam gerekiyordu çünkü toplamda bir günüm vardı.
Haftasonu olması nedeniyle önceden ününü duyduğum Dinamo Dresden taraftarını yakından görmek amacıyla acaba maç var mıdır diye kafamdan geçirirken tren Dresden istasyonuna girdi. Ancak bir türlü ilerlemiyor ve kapılar da açılmıyordu. Bu arada yapılan anonslardan bir terslik olduğunu anlıyor fakat içeriğini anlayamıyordum. Derken kapılar açıldı ve trenden indiğimde gördüğüm manzara beni tam anlamıyla şok etti. Zira yaklaşık 2000 tane -forma ve atkılı ellerinde bira şişesiyle- fanatik Hansa Rostock taraftarı bağırıp çağırarak etrafa zarar veriyor, Robocop görünümlü yüzlerce polis de ellerinde cop ve kalkanlarla holiganları etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Elimde bavul ve çantamla memleketimde zaman zaman maç çıkışlarından aşina olduğum manzara karşısında ilk şoku atlatıp seri adımlarla kalabalığın arasından sıyrılıp perondan çıktım. Tam kurtuldum derken bu sefer de mavi atkı ve formalarıyla – ve en az Rostocklular kadar sarhoş- Dresden taraftarlarının bizim tarafa doğru koştuğunu gördüm. Yine bir manevra ile kendimi polis çemberinin arkasına atıp güç bela istasyondan çıktım. Allahtan otel tam istasyonun karşısındaydı. Ortalık tam anlamıyla savaş alanı gibiydi. Kırık bira şişeleri ve camların arasından kendimi otele zor attım. Aklıma gelen doğruymuş. O gün Dresden ile ezeli rakibi Rostock arasında oldukça olaylı bir maç oynanmış ve Dresdenliler Rostockluları istasyona kadar kovalamış.
Odama eşyalarımı yerleştirip hemen kendimi tekrar sokağa attım. Saxonya eyaletinin başkenti ve ‘kuzeyin Floransası’ olarak adlandırılan, Elbe nehrinin kenarına kurulmuş bu güzel şehrin merkezine nehir kıyısına doğru yol almaya başladım. Nehirin kuzey yakasına (Neustadt) geçtim.
Hava kararmak üzereydi. Bu nedenle bu günlük kafama göre gezip acıkınca birşeyler yiyip içmeyi ve ertesi gün de LP rehberindeki turu yapmayı planladım. Alman mutfağına özgü otantik bir yer arıyordum ki LP rehberinin önerdiği yerlerden birisi olan PlanWirtschaft ın tam da aradığım yer olduğuna karar verdim.
Burada bara oturup harika bir şinitzel ile ünlü Dresden biralarının tadına baktım.
Yanımda oturan Dresdenli arkadaşlarla gündüzki olaylarla ilgili biraz sohbet edip kadeh tokuşturduktan sonra yürüyerek otelime döndüm. Yarın Dresden ve Almanyadaki son günüm olacaktı. Bu nedenle sabah erkenden zinde bir şekilde kalkmalıydım.